29 Haziran 2019 Cumartesi

“TEK ADAM”LIĞIN ONTOLOJİK ZORUNLULUĞU


       Aslında tek adam tek adam değildir. Adamı adam yapan içinde bulunduğu, ilişkide olduğu yaşamsal alandır.
       Bu yaşamsal alan insanın kendisi ve öteki ile ilişkisi üzerine kuruludur. Varlık üzerine konuşanlara baktığımızda insan olmak (Dasein, Nefs, Tin) yaşamsal süreç içinde kendini gerçekleştirme hamlesidir. İnsan “kişi” olarak doğmamakta; kişi olmaktadır. O halde “kişi olmak” insani bir zorunluluktur. Tinin, Nefsin ya da Heidegger’in deyişiyle “sein” in “dasein” olması Ruhun kişi olarak meydana çıkmasıdır.( Vücud)
        Kendini bilmek insanın diğeri ile (evren) kendisi arasındaki varoluşsal farkı bilmektir. Kendini bilmek benim dışımda olan ile kendim arasındaki farkı kavramaktır. Bu durum bize diğeri ile ilişkimizin sağlam temelini sunmaktadır. Kendimizi bilmemek ya da kendimize ilişkin bilgimizdeki yanlışlık, dış dünya ile ilişkimizin sağlıksız olmasına kapı açarak bizi kendimize yabancılaştırmaktadır.
      “Kendi” kavramını da burada irdelemek gerekmektedir. Kendim derken acaba sadece maddi fiziksel bir şeyden mi, yoksa ruhsal manevi bir şeyden mi sözetmekteyim.
        Sokrates’e bir gencin bedensel güzelliğinden sözederler.[1] O meseleyi ruha getirir ustalıkla. Onsuz eksik bulur güzelliği. O halde güzellik iyi ile anlaşılır. İyiden ayrı bir güzellik düşünmez Sokrates.
Sokrates’teki bütüncül bakış iyinin, güzelin ve doğrunun aynı bütünün parçaları olduğunun vurgulanmasıdır.
        Kişi bu bütüncül birlik ile Kişi olur. Bu bağlamda kişi sadece kendisini değil; “insani yönelimlerin kendisini” temsil etmiş olur.
Kişi ve öteki arasındaki ilişkiyi kuran da bu kişi olma durumudur.
Sosyal yapılarda kişilerin yer edinmesi Kişi olmaları, ilişkilerinden pay almaları, belli ilkeleri temsil etmeleri ile gerçekleşir.
       Bu yüzden aslında her yaklaşım biçimi her organizasyon tek adam etrafında şekillenir ve anlam bulur. Tek adam tek kişi gibi görünse de aslında O gövdeleşmiş düşüncedir. “Tek adam olsun mu olmasın mı?” tartışması bu yüzden anlamsızdır.
       Bu çerçevede kendini gerçekleştirmek; kendi olmak ahlaki olmakla ilgilidir. İnsanı insan yapan yemesi içmesi uyuması değil, ötekiyle kurduğu ilişkinin asli yanıdır.
Bir tek kişinin ahlaki temelde kendini gerçekleştirmiş olması “insaniyetin” kişide ortaya çıkması anlamına gelmektedir. İnsani olanın gerçekleşmesi ise bütün insanlığın ortak arzusudur. Bütün insanlar insanlık adına hareket etmeyi daima üstte tutmuş; en kötü insanlar bile insanlığın âli menfaatleri için çalıştığını iddia etmişlerdir.
        O halde mesele tek adamlık meselesi değil, “olma” meselesidir. “Olma” yoksa “adam” yok adam yoksa “tek adam” yok, tek adam yoksa “hiç kimse” yoktur.
Kant insanı, hayvanlık (animality) insanlık (humanitiy) ve kişilik (personality) diye üç kısma ayırır.             Yeme içme uyuma cinsellik gibi biyolojik özellikler hayvani yön, özgürce karar verme iyi ve kötü eylemler yapabilme insani yön, iyiyi tercih etmek ise kişiliksel yöne tekabül etmektedir.
İnsanı insan yapan üstte tuttuklarıdır. Üstte tutulan değer olarak kendini göstermektedir. İnsan için en temel “belirleyici olan değer”in ne olduğu konusunda farklı yaklaşımlar olsa da biz insanı ötekinden üstün kılan boyutun ahlaki boyut olduğunu kabul etmekteyiz. Akıl(Ratio anlamında) insanı hayvandan üstün kılsa da hayvandan değerli kılmaz. İnsan matematiksel akıl (Ratio) ile en büyük kötülükleri yapabilir. Bu bağlamda akıl’ın “akletme”yi sağlaması ancak ilkeye; yani herkesin arzuladığı ve üstte tuttuğu ahlaki yönelime bağlı olması ile mümkündür. İlkeye bağlı olmayan akılsallık insanı hayvandan daha kötü bir canavara dönüştürebilir.
        İnsan en başta beklenti sahibi bir varlıktır. Bu beklenti bu dünya ile sınırlı bir beklenti değildir. Bu beklenti realiteyi aşan bir beklentidir.
İnsansal beklentileri iki kategoride ele almamız mümkündür.
       a-Haz ve Faydaya Dayalı olanlar: Bunlar ekonomik ve siyasi beklentilerdir. Ancak insanlar çoğu kere siyasi ve sosyal beklentileri aşkın ve yüce değerler ile gizleme gereği duymuşlardır. Bu beklentilerin gizlenmesi bile insanın özündeki temel yönelimi (değer) ele vermektedir. O halde siyasi ve ekonomik talepler bile asli bir değer ile anlam kazanmaktadır.
        b-Aşkın ve Yüce Olanlar: Bunlar ahlaki beklentilerdir. İdealler, özlemler ve umutlardır.
Tek adamları insanların beklentileri ortaya çıkarır ya da Onlar insanların beklentilerine cevap olarak ortaya çıkarlar. Bu beklentilere bağlı oldukları sürece kalıcı ve düzeltici, saptıkları ölçüde ise bozucu ve geçici olurlar.
          İnsanın ahlaki yönünü temsil eden “tek adam” insanlığın gövdeleşmiş halidir. Peygamberler başta olmak üzere onun yolunda giden Salihlerin hepsi kendilerinde insanlığı; insanlığın tarihi boyunca üstte tutup yücelttiği ortak ilkeleri temsil ederler.
         İşte tek adamın (örneğin peygamber) mesajı en temelde bu beklentilere karşılık geldiği için dünyevi olanın ötesinde bir vizyona sahip olmak durumundadır. O bu dünyada olmayan ama insanda olana karşılık gelir. Değeri de buradadır. Bu dünyada olmayanın insanda olması Peygamberlerin çağrısını anlamlı ve temelli kılar. Bu yüzden peygamberlerin anlattıkları temelsiz ve asılsız uydurmalar değil, tam tersine çok temelli ve köklü insani hakikatlerdir. Peygamber tek başına insanın bu asli hakikatini temsil etmektedir. Tek kişi herkesin temel yönelimini temsil etmektedir.
Buradan çıkaracağımız sonuç sorunun ne olduğunu bize öğretecektir.
          Sorun gücü ahlaki temele dayanan tek adam ile, gücünü fiziksel güce dayayan tek adamı ayırıp ayıramama sorunudur. Diktatörle gövdeleşmiş düşünce olan tek adamları ayıran şey gücün kaynağı ile alakalıdır.
          Tarihsel süreçte tek adam fikri aşındırılmış ve ilkeden sapma gerçekleşmiştir. Tek adamlar kimi kere kendilerini Tanrının temsilcisi ya da Tanrının gövdeleşmiş hali olarak ortaya koydukları gibi, kimi kere bir sosyal organizasyon(kilise) olarak kimi kere bir Irkın gövdeleşmiş hali olarak ortaya koymuşlardır.
           Tanrıya, içinde bulundukları sosyal çevreye, mensup oldukları ırka kendi arzularını söyletme yolunu seçmişlerdir. Tarih bu tür tek adamların insanlığı sürüklediği felaketlerin hikâyeleri ile doludur.
           Buna tepki olarak çoğunluğun yargılarının esas alınması söylense de aslında bu yaklaşım da yine ilkesellikten kopuşun bir başka olumsuzluğunu yaratmıştır. “Tek adam olmasın herkes olsun” yargısı bile bir ilkeden kopuşu ifade etmektedir. “Herkes” kavramı kadar içi boş bir kavram var mıdır?
           Herkesin arzu ve istekleri ile idealleri ve özlemleri ayrı değerlendirilmek durumundadır. Kişisel haz ve çıkara dayalı beklentiler üzerinde ittifak olamayacağından burada herkese kulak vermek anlamsızdır. Herkesin temel yönelimine kulak vermek gerekmektedir ki o da insanı insan yapan asli (ahlaki) yönelimdir.
            Bu yönelimi dile getiren bir kişi olsa da aslında bütün bir insanlığı temsil etmektedir.
Ancak gövdeleşmiş düşünce olarak tek adamın adalet adına öne düştükten sonra zulme sapması mümkündür. Zulme sapan insani olanı temsil etme yetisini kaybetmiş olduğundan onun cezasını yaşamsal kurallar verecektir. Yaşamsal kurallar fikir alarak iş yapmayı, ahlaki değerleri üstte tutmayı öngörür. İlkeleri üstte tutan kendisini üstte tutmamış olacağından tek adam bir kolektif ortak yönelimi temsil edecektir. Böylelikle aslında teklikten de sözedilmeyecektir.
            Kısacası Tek mi çok mu tartışmasının anlamdan yoksun olduğu ortadadır. İnsanlığın ortak yönelimlerine uygunluk ya da aykırılık önemlidir. Uygunluğu “tek” de “çok” da yapsa sağlıklı, bu değerlere aykırılığı “tek” de “çok” da yapsa sağlıksız bir durum ortaya çıkacaktır.
            Ve tek adam her zaman her yerde vaolacaktır.
















[1]-Platon, Kharmides/154-e

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Solcular, sağcılar, çevreciler feministler ve bilumum kurtarıcılara:

" Başınıza gelenler ellerinizle yapıp ettiğinizden dolayıdır" (Yüce Kur'an) Hala anlamadınız değil mi? Nefretten başka in...