23 Ocak 2020 Perşembe

Solcular, sağcılar, çevreciler feministler ve bilumum kurtarıcılara:



"Başınıza gelenler ellerinizle yapıp ettiğinizden dolayıdır" (Yüce Kur'an)
Hala anlamadınız değil mi?

Nefretten başka insanlara vereceğiniz bir şey yok..Feministler vejetaryenler, ağaçseverler, kuş ve böcek sevenler..Ne metafiğiniz var ne sağlam bir evren algınız.Et yememeniz yaşamı sevmenizden değil.. Ötekine karşı bir cephe açma istencizden. Her gün her dakika yuttuğunuz bakteriler ve salataya doğradığınız hıyarların canı yok mu?Patlıcanın canı helal da, tavuğun canı neden haram.? Kadını kayırmak değil amacınız erkek diye ötekileştirdiğiniz insanlara nefret kusmak..Ağaç sevmeniz de samimi değil, onca can telef olurken ülkemin sokaklarında.... 

***
Dünyevi mevziler kazanmak adına, bütün kutsalları çürüttünüz bütün güzel kavramları öldürdünüz. Yaşama saygı duymamanız ölümden ve savaştan yana tavır koymanızın sonucu. Çocuk; öğretmen, bilim adamı, çevre bilinci, özgürlük, adalet, insan hakları… Şefkat merhamet ve saygı hisleri ile anladığım bütün kavramlar sizin dilinizde birer bombaya, silaha, anlamsızlığa dönüştü.. Siz çocuk dediğinizde neden aklıma zamanından önce büyüttüğünüz herşeye nefretle bakan yıkma ve yakma dışında bir pratik bilmeyen mahluklar geliyor.. Neden siz “katliam var” diye avaz avaz bağırdığınızda ürpermiyorum?Siz çevre ve ağaç sevgisinden söz ettiğinizde neden dostlarınızın yaptığı çevre talanlarını gizleme çabalarınızı anlıyorum?
Neden öğretmen dediğinizde bir zamanlar belli
 örgüt ve cemaatlerin içinde semirmiş diplomasının bile şaibeli olduğu beslemeleri anlıyorum..
Siz “hırsız var” diye yırtındığınızda ülke dışına kamyonla çıkardığınız paraları; din duygularını kullanarak milletin cebinden yürütülen paraları, belediyelerde yapmadığınız hizmet için tezgâhladığınız vurgunları anlıyorum?
Neden akademisyen denince ahlak ve onurdan yoksun; herhangi bir insanlık değerinden habersizmiş gibi davranan, cahil diye nitelenen berber ya da çaycının bilgeliğinin kırıntısının bile olmadığı insan müsveddelerini anlıyorum?
Küçükken radyoda dinlediğim güzelim halk türkülerinin sizin elinizde birer ideolojik propaganda aletine dönüşmesi de beni kahrediyor..
Bütün güzel kavramları çürüttünüz, bütün güzel duyguları öldürdünüz..
Siz çocuk ve kadın ölümlerinden söz ederken dostlarınız çocukların üzerine bomba yağdırıyordu Suriye’de..
Hala anlamadınız değil mi?
Siz ve sizin içeriksiz ve köksüz mücadeleniz olmasaydı Kapitalizm ve Faşizm bu kadar güçlenmeyecek, insanlar kendi değerleri üzerinden daha kolay dirilip, direnecekti..
Hala anlamadınız değil mi?
En çok ölüsünü sevdiniz yaşarken umursamadıklarınızın..
Yaşarken sevmediklerinizi ölünce kutsamanız sizin hastalıklı ve iğrenç ruhunuzun ürünü..
Kadını da sevmediniz yaşarken, çocuğu da, ağacı ve kuşu da..
Çocuklara sokakta oynarken sahip çıkmalıydınız oysa, çocuğa oynayacağı sokaklar kurmalıydınız..
Kadın yaşamını da hastalıklı yargılarınıza kurban ettiniz. Aşkın ideolojisi olmadığını bilmediniz. Kadına ilişkin hastalıklı yargılarınızı ideolojik kılıflarla sunmasaydınız kadın bu kadar değer kaybetmez ve en bayağı heveslerin aracı haline getirilmezdi..
Yaşama saygı duysaydınız, kadınların kızların örneğin dolmuş şoförleri ya da kendini aşık sanan pazarlamacıların bir anlık ihtirasına kurban hale gelmesi bu kadar kolay olmazdı..
Hala Anlamadınız Değil mi?
Bir ülkenin yönetimini ele geçirmek, bir silahlı zafer kazanmak devrim yapmak anlamına gelmiyor.. İnsanların kafaları ve yüreklerine merhamet, bilgelik, asalet, sorumluluk, ciddiyet, adalet gibi değerleri yerleştirmeniz gerekiyor. Eğer yönetimi ele geçirmek devrim olsaydı Rus ve İran devrimi insanlığın yükselmesinde pay sahibi olurdu.
Hala anlamadınız değil mi?
Dünyadaki değişimleri iyi okumadan lider değiştirmek partilerinizi, cemaatlerinizi (örgütlerinizi) kurtarmayacaktır ..
Ulusçuluk'un, Marxizmin, Kapitalizmin, Liberalizmin önerdiği dünya ve insan algısı bitti. 
Liderlerinizi değil zihniyetinizi değiştirmeniz gerekiyor.
Hala anlamadınız değil mi?
Mevcut hükümet adına konuşmuyor olmak tarafsız dürüst ve adaletli olmak anlamına gelmez..
Hükümet iktidarına karşı olmak bir başka iktidar adına konuşmak anlamına gelir..
Sorun sizin hangi iktidar adına konuşuyor olduğunuzdur. Adına konuştuğunuz iktidarın neyin temsil ettiğidir.
Adına konuştuğunuz iktidarı bilmiyorsanız aptal, bildiğiniz halde ifade etmiyorsanız hain, o iktidarın zalim ve katliamcı olduğunu bile bile peşinden gidiyorsanız katıksız bir yaşam düşmanısınız.
Hala anlamadınız değil mi?
Allah azab edeceği toplumlara sadece gökten taş yağdırmaz..
Neden böyle yaptınız?





DEVRİM: Türkiye devrimi ve karşı devrim çabaları

Türkiye devrimi ve karşı devrim çabaları
-Bu ülkenin Geleceği Yeni Nesil için hatırlatmalar. -
Neydi bu ülke, taştan tanrılar ve postal sesleri içinde... Neydi bu ülkede yaşadıklarımız; yavaş yürüme suçundan nezarete atılmaktı..

Kürtçe selamlaşmaya 10 yıl hapis yatmaktı.Gıslaved lastik ayakkabıyı evladına iki numara büyük almaktı seneye yine giysin diye..
Parasızlıktı; açlık ve yoksulluktu..ve işkence altında can vermekti.

Ve yakılan köy demekti ve faili meçhul demekti sayısı meçhul. Tanrılar adına yapılıyordu her şey...
"taştandı, tunçtandı, alçıdandı, kâğıttandı iki santimden yedi metreye kadar.
taştan, tunçtan, alçıdan ve kâğıttan çizmelerin dibindeydik, şehrin bütün meydanlarında. 
parklarda ağaçlarımızın üstündeydi; taştan, tunçtan, alçıdan ve kâğıttan gölgesi,
taştan, tunçtan, alçıdan ve kâğıttan bıyıkları lokantalarda içindeydi çorbamızın
odalarımızda taştan, tunçtan, alçıdan ve kâğıttan gözleri önündeydik.
yok oldu bir sabah!
yok oldu çizmesi meydanlardan,
gölgesi ağaçlarımızın üstünden,
çorbamızdan bıyığı,
odalarımızdan gözleri,
ve kalktı göğsümüzden baskısı binlerce ton taşın tuncun alçının ve kâğıdın”(nazım)
Ama Onlar yıkılmış bu heykeli yeniden dikmek istiyorlar şehrin meydanlarına. Ellerinde ilahlara ait çok sayıda sembol... Ve onların dertleri özgürlük de değil. Ve onlar geri getirmek istiyorlar o kokuşmuş düzeni. Ve bu düzeni kuran efendileri onlara alkış tutuyor. Sizi yine geri kalmış üçüncü dünya ülkesi olarak anmak için. Yine sırtınıza tekrar binmek için.. Yine sınırlar çizip kan kırmızı bir coğrafya yaratmak için. ...
ve eşşeklere, katırlara yüklü yasa kitaplarıyla
ve vagonlar dolusu fişleriyle, andıçlarıyla
ve rahipleriyle ve yargıçlarıyla,
törenleriyle, nutuklarıyla, bayraklarıyla,
tanklarıyla, panzerleriyle, uçaklarıyla,
tek gözleri yamalı albaylarıyla...
ve bu yaşlı kurtlar, yaşlı hortlaklar,
güzelim kırları, çayırları tecrübeleriyle
mezarlığa çeviriyorlar ya da ağıla;
şehirleri hapishanelere ve kışlalara;
dünyayı da, devletin ve zorbalığın icadından bu yana
iyi bildikleri ve kolay güttükleri eski dünyaya...(Cahit KOYTAK)
Anlamıyor musun kardeşim!
Evet belki tarih bilmiyorsun..belki başını okşayan olmadı çocukken, belki nefretle büyütüldün ama neden anlamıyorsun kardeşim..Bütün bu gürültü sen mutlu olmayasın diyedir. Sen bir lokma ekmeğe muhtaç olasın diyedir..
İnan senin zengin olman onları rahatsız ediyor.. Senin 2013 barışı ile büyük kaynaşma adımı atman onları rahatsız ediyor. Senin bayramlarda çocuğuna elbise alman onları rahatsız ediyor. Senin ötekilerle eşit düzeye gelmen onları rahatsız ediyor...
Kardeşim kölelik o kadar içine işlemiş ki özgürlüğü bile anlamıyorsun. Özgür olmanın anlamını bilmiyorsun. özgür olmaktan korkuyorsun kardeşim..
Hayatın sadece duygusal reflekslerle şekilleniyor. İşte bu yüzden düşünemiyorsun. Hep devlet denilen şeyi despot, ona karşı çıkan herkesi devrimci ve asil zannediyorsun. Unutma kardeşim zalimleri ayakta tutan her zaman bu kendisine devrimci diyen asiler(!) olmuştur. Asi olmak ile devrimci olmak farklıdır kardeşim, Devrimci olmak hakikatten yana olmaktır, söyleyecek sözü olmaktır. Asinin söyleyecek sözü yoktur; efendileri vardır, tanrıları vardır.
"iyyake ne'budu ve iyyake nestein..."
Sen insanların hep özgürlük mü istediklerini zannediyorsun. Sen insanların eşitlik ya da adalet mi istediklerini zannediyorsun? Nereden çıkarıyorsun bunu.
İnsanlar çoğu kere kendilerine kölelik yapacak efendiler ararlar. Büyük büyük putların dikilmesi bundandır...
Firavundan kurtulurlar ama soğan sarımsak isterler. Dertleri özgürlük değildir onların. Aşağı ve bayağıyı üstün olana değişirler. 
E. Fromm bu yüzden özgürlük korkusundan sözeder. Gerçi o da başka bir aşırılığa savrulur ama tespiti önemlidir.
Özgürlükten korkar insanların çoğu. Ömrünü karanlıkta geçirmiş insanın güneşten korkması gibi bir korkudur bu. Hitler’i, Stalin’i Mao’yu kitleler üretmiştir.
Şunu anlamalısın kardeşim; insan kulluk etmek için yaratılmıştır. Özgür olmak için değil...
Bu yüzden insanın özgür olmak isterkenki arayışı bir kulluk ve kölelik arayışıdır. Bu kulluğu ya insani evrensel ilke temelinde ya da kendi çıkar ve arzuları temelinde gerçekleştirir.
Kendine bu arayışı verene boyun eğmekle özgürlüğü elde edeceğini idrak edip etmemesi. İşte bütün meselesi budur insanın..
"Olmak ya olmamak"ın anlamı budur. Ya kendinde varolursun ya başkasında varolursun. Kendinde varolmanın adıdır özgürlük..
Ve düşün ki  seni 
yıldızların karanlığında  yaşamaya tutsak ettiler 
ve sen 
siyahın ne kadar siyah 
beyazın ne kadar beyaz 
olduğunu görmeden öleceksin 
oysa ki ben güneş aydınlığını gördüm 
güneşin hapsedildiği yeri biliyorum. 
Hazır ol 
ordu ordu 
bölük bölük 
teker teker 
geliyorum
Bu ne benim sana 
tepeden inme bir emrim 
ve ne de ayaklarına kapanıp ağladığım 
bir yalvarışımdır 
bu eğilmez başların 
bükülmez bileklerin 
yani tarihin 
durdurulmaz emridir. (necati siyahkan-)

12 Temmuz 2019 Cuma

ALLAHUEKBER


allah'ım ne büyüksün
bilmiyorum değil bazen unutuyorum
hatırlatıyorsun
cehennem var cennet var hem de bu dünyada
cezaları ertelemeni de çok iyi anlıyorum
secdeye kapanıyorum hemen şimdi
allah'ım çok büyüksün
en girift tuzakları başlarına geçiriyorsun

andolsun keyfim yerinde
geleceğe ilişkin endişem de yok
ebabil kuşlarını da biliyorum
deniz yarıldığında boğulanı da
hatta bir sineğin öldürdüğü adamı

allah'ım çok büyüksün
kendimi kollarına bırakıyorum



(Bülent Sönmez ..beni burada bırak 2018)

TELAŞ


çok yaşadım çok gördüm
çok şey biriktirdim sevdaya dair
arkamda bıraktım uzun gölgeler
güller çiçekler paslı hayaller

dünyaya âbâd olmaya gelmedim
kedileri ürkütmesem o yeter..

hep koştum ardından eski otobüslerin
acelem yoktu oysa eve yetişmek için
kendime sakladığım bir çok şey oldu elbet
çok konuştum daha çok susmak için
halden anlayan bir kaç şiir söyledim
bir kaç şarkı
sana kavuşmak için



(Bülent SÖNMEZ, Beni Burada Bırak-2019)




29 Haziran 2019 Cumartesi

“TEK ADAM”LIĞIN ONTOLOJİK ZORUNLULUĞU


       Aslında tek adam tek adam değildir. Adamı adam yapan içinde bulunduğu, ilişkide olduğu yaşamsal alandır.
       Bu yaşamsal alan insanın kendisi ve öteki ile ilişkisi üzerine kuruludur. Varlık üzerine konuşanlara baktığımızda insan olmak (Dasein, Nefs, Tin) yaşamsal süreç içinde kendini gerçekleştirme hamlesidir. İnsan “kişi” olarak doğmamakta; kişi olmaktadır. O halde “kişi olmak” insani bir zorunluluktur. Tinin, Nefsin ya da Heidegger’in deyişiyle “sein” in “dasein” olması Ruhun kişi olarak meydana çıkmasıdır.( Vücud)
        Kendini bilmek insanın diğeri ile (evren) kendisi arasındaki varoluşsal farkı bilmektir. Kendini bilmek benim dışımda olan ile kendim arasındaki farkı kavramaktır. Bu durum bize diğeri ile ilişkimizin sağlam temelini sunmaktadır. Kendimizi bilmemek ya da kendimize ilişkin bilgimizdeki yanlışlık, dış dünya ile ilişkimizin sağlıksız olmasına kapı açarak bizi kendimize yabancılaştırmaktadır.
      “Kendi” kavramını da burada irdelemek gerekmektedir. Kendim derken acaba sadece maddi fiziksel bir şeyden mi, yoksa ruhsal manevi bir şeyden mi sözetmekteyim.
        Sokrates’e bir gencin bedensel güzelliğinden sözederler.[1] O meseleyi ruha getirir ustalıkla. Onsuz eksik bulur güzelliği. O halde güzellik iyi ile anlaşılır. İyiden ayrı bir güzellik düşünmez Sokrates.
Sokrates’teki bütüncül bakış iyinin, güzelin ve doğrunun aynı bütünün parçaları olduğunun vurgulanmasıdır.
        Kişi bu bütüncül birlik ile Kişi olur. Bu bağlamda kişi sadece kendisini değil; “insani yönelimlerin kendisini” temsil etmiş olur.
Kişi ve öteki arasındaki ilişkiyi kuran da bu kişi olma durumudur.
Sosyal yapılarda kişilerin yer edinmesi Kişi olmaları, ilişkilerinden pay almaları, belli ilkeleri temsil etmeleri ile gerçekleşir.
       Bu yüzden aslında her yaklaşım biçimi her organizasyon tek adam etrafında şekillenir ve anlam bulur. Tek adam tek kişi gibi görünse de aslında O gövdeleşmiş düşüncedir. “Tek adam olsun mu olmasın mı?” tartışması bu yüzden anlamsızdır.
       Bu çerçevede kendini gerçekleştirmek; kendi olmak ahlaki olmakla ilgilidir. İnsanı insan yapan yemesi içmesi uyuması değil, ötekiyle kurduğu ilişkinin asli yanıdır.
Bir tek kişinin ahlaki temelde kendini gerçekleştirmiş olması “insaniyetin” kişide ortaya çıkması anlamına gelmektedir. İnsani olanın gerçekleşmesi ise bütün insanlığın ortak arzusudur. Bütün insanlar insanlık adına hareket etmeyi daima üstte tutmuş; en kötü insanlar bile insanlığın âli menfaatleri için çalıştığını iddia etmişlerdir.
        O halde mesele tek adamlık meselesi değil, “olma” meselesidir. “Olma” yoksa “adam” yok adam yoksa “tek adam” yok, tek adam yoksa “hiç kimse” yoktur.
Kant insanı, hayvanlık (animality) insanlık (humanitiy) ve kişilik (personality) diye üç kısma ayırır.             Yeme içme uyuma cinsellik gibi biyolojik özellikler hayvani yön, özgürce karar verme iyi ve kötü eylemler yapabilme insani yön, iyiyi tercih etmek ise kişiliksel yöne tekabül etmektedir.
İnsanı insan yapan üstte tuttuklarıdır. Üstte tutulan değer olarak kendini göstermektedir. İnsan için en temel “belirleyici olan değer”in ne olduğu konusunda farklı yaklaşımlar olsa da biz insanı ötekinden üstün kılan boyutun ahlaki boyut olduğunu kabul etmekteyiz. Akıl(Ratio anlamında) insanı hayvandan üstün kılsa da hayvandan değerli kılmaz. İnsan matematiksel akıl (Ratio) ile en büyük kötülükleri yapabilir. Bu bağlamda akıl’ın “akletme”yi sağlaması ancak ilkeye; yani herkesin arzuladığı ve üstte tuttuğu ahlaki yönelime bağlı olması ile mümkündür. İlkeye bağlı olmayan akılsallık insanı hayvandan daha kötü bir canavara dönüştürebilir.
        İnsan en başta beklenti sahibi bir varlıktır. Bu beklenti bu dünya ile sınırlı bir beklenti değildir. Bu beklenti realiteyi aşan bir beklentidir.
İnsansal beklentileri iki kategoride ele almamız mümkündür.
       a-Haz ve Faydaya Dayalı olanlar: Bunlar ekonomik ve siyasi beklentilerdir. Ancak insanlar çoğu kere siyasi ve sosyal beklentileri aşkın ve yüce değerler ile gizleme gereği duymuşlardır. Bu beklentilerin gizlenmesi bile insanın özündeki temel yönelimi (değer) ele vermektedir. O halde siyasi ve ekonomik talepler bile asli bir değer ile anlam kazanmaktadır.
        b-Aşkın ve Yüce Olanlar: Bunlar ahlaki beklentilerdir. İdealler, özlemler ve umutlardır.
Tek adamları insanların beklentileri ortaya çıkarır ya da Onlar insanların beklentilerine cevap olarak ortaya çıkarlar. Bu beklentilere bağlı oldukları sürece kalıcı ve düzeltici, saptıkları ölçüde ise bozucu ve geçici olurlar.
          İnsanın ahlaki yönünü temsil eden “tek adam” insanlığın gövdeleşmiş halidir. Peygamberler başta olmak üzere onun yolunda giden Salihlerin hepsi kendilerinde insanlığı; insanlığın tarihi boyunca üstte tutup yücelttiği ortak ilkeleri temsil ederler.
         İşte tek adamın (örneğin peygamber) mesajı en temelde bu beklentilere karşılık geldiği için dünyevi olanın ötesinde bir vizyona sahip olmak durumundadır. O bu dünyada olmayan ama insanda olana karşılık gelir. Değeri de buradadır. Bu dünyada olmayanın insanda olması Peygamberlerin çağrısını anlamlı ve temelli kılar. Bu yüzden peygamberlerin anlattıkları temelsiz ve asılsız uydurmalar değil, tam tersine çok temelli ve köklü insani hakikatlerdir. Peygamber tek başına insanın bu asli hakikatini temsil etmektedir. Tek kişi herkesin temel yönelimini temsil etmektedir.
Buradan çıkaracağımız sonuç sorunun ne olduğunu bize öğretecektir.
          Sorun gücü ahlaki temele dayanan tek adam ile, gücünü fiziksel güce dayayan tek adamı ayırıp ayıramama sorunudur. Diktatörle gövdeleşmiş düşünce olan tek adamları ayıran şey gücün kaynağı ile alakalıdır.
          Tarihsel süreçte tek adam fikri aşındırılmış ve ilkeden sapma gerçekleşmiştir. Tek adamlar kimi kere kendilerini Tanrının temsilcisi ya da Tanrının gövdeleşmiş hali olarak ortaya koydukları gibi, kimi kere bir sosyal organizasyon(kilise) olarak kimi kere bir Irkın gövdeleşmiş hali olarak ortaya koymuşlardır.
           Tanrıya, içinde bulundukları sosyal çevreye, mensup oldukları ırka kendi arzularını söyletme yolunu seçmişlerdir. Tarih bu tür tek adamların insanlığı sürüklediği felaketlerin hikâyeleri ile doludur.
           Buna tepki olarak çoğunluğun yargılarının esas alınması söylense de aslında bu yaklaşım da yine ilkesellikten kopuşun bir başka olumsuzluğunu yaratmıştır. “Tek adam olmasın herkes olsun” yargısı bile bir ilkeden kopuşu ifade etmektedir. “Herkes” kavramı kadar içi boş bir kavram var mıdır?
           Herkesin arzu ve istekleri ile idealleri ve özlemleri ayrı değerlendirilmek durumundadır. Kişisel haz ve çıkara dayalı beklentiler üzerinde ittifak olamayacağından burada herkese kulak vermek anlamsızdır. Herkesin temel yönelimine kulak vermek gerekmektedir ki o da insanı insan yapan asli (ahlaki) yönelimdir.
            Bu yönelimi dile getiren bir kişi olsa da aslında bütün bir insanlığı temsil etmektedir.
Ancak gövdeleşmiş düşünce olarak tek adamın adalet adına öne düştükten sonra zulme sapması mümkündür. Zulme sapan insani olanı temsil etme yetisini kaybetmiş olduğundan onun cezasını yaşamsal kurallar verecektir. Yaşamsal kurallar fikir alarak iş yapmayı, ahlaki değerleri üstte tutmayı öngörür. İlkeleri üstte tutan kendisini üstte tutmamış olacağından tek adam bir kolektif ortak yönelimi temsil edecektir. Böylelikle aslında teklikten de sözedilmeyecektir.
            Kısacası Tek mi çok mu tartışmasının anlamdan yoksun olduğu ortadadır. İnsanlığın ortak yönelimlerine uygunluk ya da aykırılık önemlidir. Uygunluğu “tek” de “çok” da yapsa sağlıklı, bu değerlere aykırılığı “tek” de “çok” da yapsa sağlıksız bir durum ortaya çıkacaktır.
            Ve tek adam her zaman her yerde vaolacaktır.
















[1]-Platon, Kharmides/154-e

19 Haziran 2019 Çarşamba

SADECE İÇKİ Mİ SARHOŞ EDER


“Gezi Parkı Eylemleri” ya da
“Demokrasi sadece seçim ve sandık değildir!”


“kılavuzu karga olanın burnu  ..oktan kurtulmaz”(Türk atasözü)
 “Ben demokratik yöntemlerle işbaşına geldim, benim arkamda şu kadar halk desteği var” demek tek başına meseleleri çözmediği gibi meselenin görülmesini de engelleyen bir işlev görüyor.
Bu bir tür körleşmeye kapı açıyor. Çevresini ve sosyal dokuyu anlamayı engelliyor. “Ben yollar yapıyorum, havalimanları inşa ediyorum, ekonomik büyümeyi sağlıyorum, silahları susturuyorum ama halkın bir kısmı hoşnutsuz..” Lider bunu anlamakta zorlanıyor.
Almanların da bir sözü var çok severim. “Güvenmek iyidir ama kontrol etmek daha iyidir.”
Ülkeyi yönetenler baştan ayağa atadıklarını denetlemek zorundadır. Güvenmek iyidir ama denetlemek daha iyidir.  Eğer etrafındakileri ve etrafındakilerin icraatlarını görme basireti yoksa bir liderde o zaman altından toprağın nasıl kaydığını en kısa zamanda öğretirler.
İktidar partisine oy vermeyen Partililerin partinin sonunu hazırlamasından daha doğal bir sonuç olamaz. Kendi çıkarından başka hiçbir şeye saygı duymayan menfaat şebekeleri; beslemeler iktidarların sonunu hazırlamada her zaman aktif bir işlev görmüşlerdir.
Sonuçta ne çıkmıştır ortaya. Cemaatlere teslim edilmiş ve örgütlere eleman toplama dışında işlevi kalmamış üniversiteler, sırf birilerinin beslenmesi için ayakta tutulan dershane denilen ucubeler.  Sınav maratonunun sinir sistemini çökerttiği gelecek kaygısı taşıyan bunalımlı gençlik. Önüne gelene biber gazı sıkmayı kahramanlık zanneden güvenlik görevlileri... Ekonomik rant elde etmek için iktidara yakın duran sonradan görme zenginlerin kent yaşamına verdiği tahribat, tarihten ve doğadan uzaklaşmış sosyal çevre….
Aslında her alanda içten içe çökmüşlük kokuşmuşluk ve disiplinsizlik. Asfalt yollar, havaalanlarına, üniversite binalarına bakarak “ya.. ne hizmet yaptık be!..” denmesinin bir anlamı yoktur.  Liderin insanların vicdanındaki çukurlara yaralara dikkat etmesi şiddetle zorunludur.
Evet, “Demokrasi sadece seçim ve sandık değildir” demokrasi bir anlayış, bir algı biçimidir. İnsana ve eşyaya bir yaklaşım biçimidir. Özünde -herkesin bundan anladığı- ötekinin de senin kadar muhterem olduğunu kabullenme durumudur. Demokrasi denilen sistemin sandık boyutuna bakıp insani boyuta dikkat edilmediğinde ortaya çıkan sonuç hüsran olur. Demokrasiyi sistem olarak eleştirenler de zaten çoğunluk yöneliminin insani boyutu yok edebilecek bir baskı unsuru olabileceği sakıncasına dikkat çekmektedirler.
Komplolar değil Sorunları görelim
“Su uyur düşman uyumaz”
Sadece görünürdeki başarılara bakıp da içsel zemini göremeyenler hemen meseleyi bir başka gücün müdahalesi ile açıklama yoluna gidiyorlar. En ucuz savunma yöntemlerinden biri de budur oysa..
Her şeyi birilerin komplosuyla açıklamak ve başımız dara düştüğünde “dış güçler komplo yapıyor.” tarzında meselelere yaklaşmak da çoğu kere bizi kendimize ve ilkelerimize yabancılaştırıyor. Tarih boyunca hayatın en önemli gerçeği komplo ve komploculuktur.  Ama bir yerde komplonun olması sorunların olmasına bağlıdır sorunların olmadığı yerde komplo da olamaz. Vicdanı yaralanmış insanlar her zaman kullanılmaya ve maniple edilmeye müsaittir.
Bu yüzden komploya dikkat etmek yerine sorunları görmek; görebilmek meselenin çözümünde önemli bir sıçrama sağlayacaktır. Halkının vicdanında yer edinmiş hiçbir yönetimi hiçbir dış güç komplolarla ortadan kaldıramaz.
Sadece içki mi sarhoş eder
İnsan unutkan varlıktır; birçok şeyi unutur. Bazen bilinçli olarak unutmayı seçer..bazen kendini unutur da farkına varmaz. Nereye ait olduğunu kim olduğunu unutur. Bazen insan mı yoksa tanrı mı olduğunun bile ayırdına varamaz; kendini tanrı zanneder. İnsanın en kadim hastalığı da sanırım budur.
İçki kullanımı bilinçli bir unutma yöntemidir. Zihnini geçici olarak uyuşturur. Uyandığında herşey yerli yerindedir. Ama insanı sarhoş eden ve uyanmasının zor olduğu çok daha ağır uyutucular var.
*Kitle Sarhoşları: Çevresinde topladığı kitlelere bakarak gücünü kapasitesini çapını unutarak kitle sarhoşu olanlar yok mu?
*Şan şöhret Sarhoşları: Elde ettiği şan ve şöhret ile kendini kaybedenler yok mu?
*içinde bulunduğu cemaat ve örgütün önkabulleri ile hayata bakarak cemaat, örgüt sarhoşu alanlar yok mu?
*Elde ettiği mal ve servet ile insanlardan farklı ve ayrıcalıklı olduğunu zanneden Karun tıynetli insanlar yok mu?
*Fiziksel güzelliği ile başkasından üstün ve ayrıcalıklı olduğunu zanneden insanlar....
* Silah ve askeri güç sahibi olup bu gücü ile insanlara tahakküm ederek kendi dışında her tür düşünceyi susturmaya çalışanlar......
Dostlar insanlık tarihi insanın kendini unutması ve ALLAH’ın insana hep kendini hatırlatmasının hikâyesidir. Bu yüzden kutsal kitabın temel adı “Zikr” dir; yani hatırlatma....Allah başka türlü de hatırlatır. Uyarıyı anlayana ne mutlu…
.."ve o kişilere benzemeyin ki Allah’ı unutmuşlar da o da, kendilerini unutturmuştur onlara; onlardır, buyruktan çıkanların t

31 Mayıs 2019 Cuma

POPÜLER SÜPRÜNTÜ


Cehaletin ve ahlaksızlığın zirve yaptığı toplumlarda popüler kültür sadece bir manipülasyon aracıdır.

Yazar, sanatçı, akademisyen, bilim adamı, gazeteci ünlüler şöhretlerini ürettiklerinin kalitesinden değil, kullanım değerinden alırlar.

Hiçbiri ne klasik, ne evrensel olamayacak olan, hatta kendisinde en ufak insanı bir vasıf olmadığı için insanların arasına çıkamayan hastalıklı tipler belli amaçlar için parlatılıp öne konulmaktadır.
Bu işi meslek edinmiş gazetecilere para ödeyerek gündeme gelen yazar, sanatçı ve bilim adamları (!) gazeteciye ödedikleri bedeli popülerliğin sonucu olarak katbekat kazanmaktadır.
SON 15 SENEDE İslami piyasada aynı kirli yola girmiş bulunmaktadır
İslami piyasanın gazetelerine dergilerine TV kanallarına baktığımızda gerçekten 30 yıl önceki İslami birikimin onda birinin olmadığını görmek dehşet vericidir.
İktidara gelmek Bir kültürel birikim ahlaki duruş ve bilimsel bakışla gerçekleşir; bundan uzaklaşmakla da çöküş başlar.
Birkaç gündür bir kitap üzerinden yapılan pedofili tartışması popüler süprüntünün ne anlama geldiğini ortaya koyan önemli bir veridir
20 yıl öncesinden başlayarak adım adım kendi yazarlarinı, kendi bilim adamını sahtekarca yöntemlerle parlatıp toplumu manipüle etmek adına ortaya koyanlar bu toplumun sanatına kültürüne bilimine en büyük darbeyi vurmuşlardır.
Bu parlattikları insanlar zaten belli bir çevrenin cemaatin örgütün ideolojik kampın yazarı olmaktan öte anlam taşımamaktadır. Örgüt cemaat ve ideolojik kamplar fikir değil taraftar istemektedir.
Popüler yazarın kullanım değeri vardır. Çünkü O kullanılmak için üretilmektedir.
O halde yapmamız gereken en önemli şey zihnimizi popüler süprüntünün zararlarından kurtarmaktır . Kısacası marketlerde sucukların yanında satılan kitap gördüğünüzde lütfen uzak durun.

28 Mayıs 2019 Salı

Bilme!..



Dilim kurudu sen bilme
Sözcüklere kilit vurdum
İçime zemheri düştü üstüme sonbahar
yalnızlık uyuttum dizlerimde sen bilme.


(B. Sönmez Beni burada bırak 2019)

"Ben Edebiyatla İlgilenmiyorum"


"Sana şiir yazdım" diyor kekeleyerek..Koynunda sakladığı kağıdı çıkarıp titrek ellerle açmaya çabalıyor.
Kız sanki hiçkimse hiçbir şey dememiş gibi, dalgasız deniz gibi, ritimsiz bir kalp gibi, rüzgarsız ağaç, yağmursuz bahar gibi....
"ben edebiyatla ilgilenmiyorum" diyor...

HERŞEY NEDEN ÇOK GÜZEL OLMAYACAK?


1-Sadece bir yönetimi, bir lideri devirme dışında amaç taşımayan bir ittifakın insanı ne tür çirkinliklerden kurtaracağını anlamak mümkün değil.. Getireceği güzelliklerden değil bir kişiyi devirmekten söz edenlerin ve başka bir şey söylemeyenlerin zaten olumsuz bir pozisyonda oldukları; çaresiz bir durumda oldukları söylenebilir. Çaresizlerin yönetimi ele geçirmesi asla bir çare olamaz. Salt anlamda çaresizlik hiçbir şeyi güzel yapamaz. Sadece bir egemenliği devirmek için bir araya gelenler daha sonra birbirlerini devirmeyi düşüneceklerdir. Bunun doğal sonucu herkesin herkesle savaşı; yani tek kelimeyle felaket..
Çünkü sadece bir Egemen'i devirmenin özünde öznel menfaat yatmaktadır. Menfaat ise bütün insanların üzerinde ittifak ettiği bir temel değildir.
2-Ülkeyi yönetmeye talip olan ittifak mensuplarının hepsinin karanlık bir geçmişi olduğundan dolayı her şey çok güzel olmayacak.
Biraraya gelenlerin sıfırı tüketmiş menfaat çeteleri, can çekişen ve Müslüman dünyada istenmediği için kendini Amerika'nın kollarına bırakan kanlı örgütler, girdiği bütün seçimlerde partisine kaybettirmiş; son kaybediş ile koltuğunu da kaybedeceğini bilen liderler, artık Müslümanlar arasında hiçbir destekçisi kalmamış mirasyedi dinciler, ülkenin her köşe başını tuttukları halde memlekete ihanet eden kendi halkına tankla, uçakla saldıran din maskeli çeteden oluştuğu düşünüldüğünde bu ittifakın hangi güzelliği getireceğini anlamak için çok fazla düşünmeye gerek var mı?
3-Dahası bu ittifakın, ırkçılığın, ötekileştirmenin, İslam düşmanlığının tavan yaptığı Avrupa ile; girdiği her yere kan ve gözyaşından başka bir şey bırakmayan taş üstünde taş bırakmayan Amerika tarafından desteklendiği gerçeğine bakınca ittifakın ne tür güzellikler getireceğini düşünmek bile insanın tüylerini ürpertmeye yeter.
Realite bu iken "her şey çok güzel olacak" demenin ne demek olduğunu anlatmaya gerek var mı?
4-Bu söylemi dile getirenler Ya derin bir körlük içindedir ya züğürt tesellisi ile avunmaktadır.
Derin körlük son ikiyüzyılda insanlığın yaşadıklarını görmemektir. Son ikiyıl Batı önderliğinin egemen olduğu bir kesittir. Egemen paradigması “pozitivizm ve materyalizmdir.” Sadece maddi dünyanın kaynaklarından yararlanma ekseninde gelişen bir dünya görüşü ile bütün dünya son ikiyüz yılda en büyük acıları. en büyük zulümleri, en büyük yıkımları yaşamıştır. Bu maddeci-pozitivist paradigma kendine yandaş olan herkesi kendi suçuna ortak etmektedir. Bu yüzden destekledikleri herkes onların beslemeleridir. Besleme olanlar için ise ne vatan
ne millet, ne de herhangi bir kutsala inanmak sözkonusu değildir.
O halde Batının maddeci temelde gelişen hegemonyasına hayranlıkla bakan sömürge ülke mensuplarının tek hedefi kendi ülkelerinde Batı'nın çıkarını korumak ve kollamaktır. Hayatı fayda ve gerçeklik olarak algılayan Batı için en önemli değer de budur. Bu yüzden kendi milletini. kendi vatanını, kendi halkını kayıran hiç kimsenin Batının hegemonik zihniyeti açısından bir değeri olamaz.
Beslemeliği ve beyaz adamın üstünlüğünü kabul ettiğiniz müddetçe her zaman Batı dünyasını arkanızda duracaktır. Onlara asker olmayı kabullenenler ise beslenecektir.
Son ikiyüzyılda Batının bu hegemonik anlayışının dünyaya ne tür güzellikler getirdikleri görülmektedir.
Güzel günler, demokrasi, insan hakları adı altında insanlığa sunulanların dehşeti sadece gözünü, kulağını ve kalbini mühürleyenler tarafından görülmeyecektir.
O halde hegemonik Batı pozitivizmi temelinde insanı ve hayatı yorumlayan Batılı egemenlerin kuyruğuna takılanların "her şey çok güzel olacak" söyleminin ne ontolojik ne ahlaki bir zemini vardır.
Kısacası hegemonik Batı değerlerini, beyaz adamın üstünlüğüne dayalı bir insan tasavvurunu benimseyen hiç kimsenin insanlara sunacağı hiçbir güzellik olmayacaktır. Ontolojik olarak bu imkânsızdır.

11 Mayıs 2019 Cumartesi

MALAMIN

orada
Diyarbakır'da
dedemin katili oğlumun kollarında ..
Yehuda Yehuda
ne ilk oyun ne de son
dipçik, hendek, göç ve bela
ahh kadim ihanet
keklik ve maske
malamın, vay lımın
Jitem
takrir-i sükun
ne bir devlet ne bir yurt
ne Türk ne Kürt ne umran
arz-ı mevud

.....
(Beni burada bırak B. Sönmez)

Solcular, sağcılar, çevreciler feministler ve bilumum kurtarıcılara:

" Başınıza gelenler ellerinizle yapıp ettiğinizden dolayıdır" (Yüce Kur'an) Hala anlamadınız değil mi? Nefretten başka in...